Sosyoloji Okumak

"Sosyoloji okumaya ortaokulda karar vermiştim. Hem de ne karar! Sosyolojiye olan tutkum hiç azalmadı. Sosyolojiyi toplumu, halkı, dünyayı ve Türkiye’yi anlamamı, dolayısıyla dönüştürmeyi de, kolaylaştıracak bir araç olarak görmüştüm. Öyle de oldu. Sosyoloji, bana, her olay ve olguya çok farklı açılardan bakabileceğimi, geniş açıyla bakıldığında olayların ilk anda görünen nedenleri dışındaki nedenlerini görebileceğimi, görmek gerektiğini öğretti.
Örneğin; kahve içmenin, bir sosyoloğun gözüyle bakıldığında, sadece kahve içmek olmadığını; o eylemin kafein ihtiyacını karşılamak gibi biyolojik bir anlamdan uluslararası bir direniş ya da protestonun parçası olmaya kadar çok farklı anlamları olabileceği görülür.
Sosyolog, kimi Batı kültürlerinde kahve içmenin o olmadan güne başlamanın olanaksız olduğu bir ritüele dönüştüğünü; bizde kız isteme ritüelinin bir parçasına dönüşebildiğini; Hollywood filmlerinde yemekten sonra kadın oyuncuyu evine bırakan erkek için, “Bir kahve içmek için yukarı gelmez miydin?” sorusunun bambaşka bir anlamı olduğunu bilir. Herhangi bir kahve markasını, onu üreten plantasyonlarda çocuk emeği sömürüldüğü için, protesto ederek uluslararası bir eylemin parçası olunabileceğini kavrar. Sıradan bir kahve içme eylemine bu derinlikte ve genişlikte bakar.
Üniversitedeki arkadaşlarım, o günlerin sıcak mücadele ortamında, hep kıskandılar sosyoloji okumamı. Onlar mekanik, elektronik, statik, matematik okumalarından koşup gelirken forumlara, panellere, mitinglere; ben Durkheim, Weber, Marx okumalarından kalkıp geliyordum. Bir kopuş hissetmeden, teoriden pratiğe geçer gibi.
Sosyoloji okumanın insana kattıklarını biliyorum. Günlerdir sosyoloji okumuş, sosyolog olmuş melektaşlarımdan mesajlar alıyorum. “Bizler farklı üniversitelerden mezun olmuş ancak şu ana kadar istihdam alanı bulamamış sosyoloji bölümü mezunlarıyız” diye başlıyorlar yakınmalarında.
Son birkaç ayda 250 bin istihdam alanı bulmuş insanımızın da işlerini kaybederek o alanları boşalttığı bir Türkiye’de, sosyologlar sosyolog olarak istihdam edilememenin sıkıntılarını yaşıyor.
“Bugüne gelene kadar kamuda sosyologlar sadece Adalet Bakanlığı’nda Denetimli Serbestlik Merkezlerinde ve Sosyal Hizmetler Çocuk Esirgeme kurumunda istihdam imkanı bulabildiler. Bu imkân da çok sınırlı sayıda kaldı. İlk defa 2005 yılının sonunda sosyolog alımı oldu. Fakat alımların arkası gelmedi ve bu üç yıl zarfında sadece 164 sosyolog istihdam edildi. Bu son alımda da sosyologlara sadece 24 kadro verildi. Oysa, ülkemizde 43’ü Devlet Üniversitesinde ve 20’si Vakıf Üniversitesinde olmak üzere 63 Sosyoloji Bölümü bulunmakta ve bu bölümlerin öğrenci kontenjanı yılda toplam 2.838’i bulmakta. Sadece 2008 KPSS’de puanı hesaplanan sosyolog sayısı 5.091” diyorlar.
Devlet, siz sosyolog oldunuz diye eline diploma verdiği 5.091 kişi için sadece 24 kadro açıyor! Bu nasıl bir eğitim, bu nasıl bir kamu yönetimi ve istihdam anlayışıdır, varın düşünün.
Sosyologlar, çoğu zaman aynı koridorları paylaşarak okudukları psikolog ve sosyal hizmet uzmanı arkadaşlarının istihdam olanaklarıyla kendilerininkini karşılaştırdıklarında büyük umutsuzluğa kapılıyorlar. 2008 yılında KPSS sınavına giren psikologların yüzde 13.4’ü, sosyal hizmet uzmanlarının yüzde 26.4’ü farklı kurumlarda göreve atanırken, 5.091 sosyologdan yalnızca 24’ü, yani binde 4’ü, atanma şansını yakalayabilmiş.
Görünen o ki, sosyoloji okuyorsanız, ya akademik alanda kalacaksınız, ya da işsiz! Oysa, kamuda sosyolog istihdamını gerektiren çok sayıda kurum var. Doğrudan toplumu ilgilendiren, toplumsal olayların içinde yürütülen kamu hizmetlerinin bile sosyologlar olmadan yürütülmesi anlaşılır şey değil.
Umarım siyasi iktidar, parlamentoda temsil edilen ve edilmeyen siyasal partiler, sosyologların feryatlarına kulak tıkamazlar. Sosyolojik bakış açısının katılmadığı kamu hizmetinin, ne kamuya ne de o hizmeti veren kurumlara gereğince yararlı olmayacağını görebilirler!"

Yorum Gönder

Yukarı Çık